28 Şubat 2010 Pazar

Asansör


Defne asansöre binmeye bayilir. Asansörsüz bir apartmanda bile, mesela Ebrular 5.katta oturduğu için 5 kat boyunca her katta 'asansöre binelim mi?' diye sorar, 'burda asansör yok Defnecim' cevabinin bir kat sonra değişebileceğine inanir, inançla sormaya devam eder.

Demin eve gitmek için kapıdan çıktılar, 'burda asansör var mı?' dedi, 'var tabi, istersen binebilirsin' dedik. Asansörün kapısına gitti, 'binmek için çağırman lazım ama' dedim. Ağzından memesini çıkardı, asansöre doğru 'asansöör, asansöör, asansöör' diye bağırmaya başladı.. Defne asansörü 'çağırıyordu' :)

2,5 yaşındaki bir insanla konuşurken herşeyi birinci anlamında anladıklarını unutuyor insan bazen. Ama fena mı oluyor, hep birlikte gülüyoruz :))

27 Şubat 2010 Cumartesi

Köpek Bey Amca


Karsidaki tek katli, bahceli evde yasiyor. Yasli, yalniz ve huysuz. Genelde bahcenin kapisindan gelene gecene ters ters bakip havliyor. Uzun degil, birkac kere. Yasli, huysuz bir emekli amcanin homurdanmasi gibi. Ben cok cekinirim kendisinden. O yuzden ona Köpek Bey Amca derim.

Bazen yenmemis pizza dilimlerini atiyorum ona camdan. Pizzayi sever ama bin saatte ona seslendigimi, pizza atacagimi anlamaz. Sonunda anlayip yaklasir, ama pizzayi asla attigim yerde yemez, ötede bir yeri var, götürür, orda yer. Dilimi bitince tekrar gelip yukari bakar, diger dilimi atarim, oraya götürür, yine orda yer. Neden bilmem.

Kar yagiyordu. Kar yagarken, yagmur yagarken karsidaki tek katli eve bakmayi cok severim. Köpek Bey Amca bahcedeydi, bembeyaz karla kapli bahcenin ortasinda kivrilmis yatiyordu. Gökten lapa lapa kar yagarken neden bahcede karin altinda oylece yattigina anlam veremedim. Cok yasli insanlar bazen daha fazla yasamak istemezler ya, Köpek Bey Amca da ölmek mi istiyor diye düsündüm ona bakarken.. Ama üstünde de, etrafinda da hic kar yoktu :)

23 Şubat 2010 Salı

Kıyamet


11 Kasım 2006


Mart ayında bir rüya gördüm, aslında tam gününü bile biliyorum, 8 Mart.. Detaylarını artık hatırlayamadığım bu rüya bana dedi ki 8 Kasım Çarşamba günü kıyamet kopacak. 8 Kasım gününün benim icin hiçbir anlamı ve önemi yoktur, taa Mart ayından aklimda kalacak bir tarih de değil. Zaten burada onemli olan bir tarihin verilmesinden ziyade 8 Kasım'in hangi güne geldiğinin de söylenmesiydi. Uyanır uyanmaz bir takvim buldum ve korkuyla 8 Kasım'ın gerçekten Çarşamba gününe denk geldigini gördüm.8 Mart günü gördüğüm bir rüya, tam 8 ay sonra, 8 Kasım Çarşamba günü bana kıyamet kopacağını söylüyordu. 8'in laneti!

Bu durum beni etkiledi. Batıl inançlarım vardır diye açıklayamayacağım birşey bu, çünkü batıl, hurafemsi seylere verilen bir sıfat, önünden kara kedi gecince huzursuz olmak, ayna kırılınca ugursuzluk olacagini sanmak gibi.. Benim inanç ve korkularım daha dinsel kökenli ve dolayısıyla daha metafiziktir. Pozitif bilimle yetişmiş bir aydın insan olmakla işte bu anlattıgım herşey birleşir, bana göre tam bir Dogu-Batı sentezi çıkar karşınıza. Çok da evhamlı bir kişiliğim oldugu gerçeğini de bunun üzerine katarsak 8 Kasım rüyamı ben hafife alamadım.Rüyayı görmemin hemen ardından, sadece enteresan bir olay olarak çevreme anlatip arkadaşlarımla gülüşerek rüyayı unutabilecegimi sanmıştım ama öyle olmadi. Zaten ben, ben oldugum icin hiç gercekci bir çaba da degildi bu.. Internette rüya tabirleri sayfalarini bu zaman zarfında defalarca elden geçirdim. Kitapcilara girdigimde, bu kitapların oldugu raflara götürdü beni ayaklarim. Ne kadar çok rüya tabiri kitabı olduğunu görseniz şaşarsınız.

Rüyadan etkilenmemin aslinda tek bir nedeni vardı; Çarşamba. 8 Kasım'ın Çarşambaya denk gelmesini aklım almiyordu ve bana göre rüyanin doğaüstü olan tek tarafı da buydu.

Bu zaman zarfinda neler yaptım? Çeşitli senaryolar geliştirdim; a) O gün gercekten kıyamet kopacaktı. Ama bunun vahiy edilecegi kişi olarak benim seçilmiş olmam pek olası görünmediği icin (kendimi fazla önemsemiş oldugumla dalga gecen arkadaslarım da oldu) bu seçenek pek aklıma yatmıyordu. b) Ben ölecektim. Rüya tabirlerinde kıyamet maddesinde anlatilan onlarca seyden biri, sadece bir cumleyle gecistirilen 'Uzerine kıyamet kopan kişi ölür' açıklaması beni deli etmişti. Rüyamda üzerime kıyamet kopmadigindan emindim ama zaten bana bir tarih veriliyordu ve kıyamet 8 Kasım'da kopacaksa, benim de o gün ölebilecek olmam hiç de yabana atılacak bir olasılık olmuyordu bu durumda. c)Rüya tabirlerinde anlatilan diğer seçenekler geliyordu topluca; örneğin toplum icin onemli bir olay olacak olmasi (mesela sonradan ogrendik ki 8 Kasım'da Avrupa Birligi İlerleme Raporu aciklanacak!) ya da bana genel bir uyarı olmasi vs vs... benim hiç dikkate almadigim cılız oneriler yani.

Mart ayından 8 Kasım'a kadarki surenin ne kadar uzun olduğunu bilemezsiniz. 8 Kasım'da ölecek isem, zaman zaman kendimi, yasayacak o kadar zamani olan bir hasta gibi hissettim. Vakit yaklaştıkca, hakkında ölüm cezasi verilmis bir mahkum gibi. Insanın hayatını tek bir güne ayarlamasının ne kadar zor birsey olduğunu yasadim. Beklemenin ve beklerken düsünmenin ne kadar agir olduğunu.. 8 Kasım'i ve onun cagristirdiklarini en yoğun hatırladığım anlar en mutlu anlarım oldu. Bana ölmek icin en iyi zamanlar en mutsuz oldugum anlar gibi gelir hep.

Gecen haftalarda senaryolarima bir yenisini ekledim. Tekrar tekrar okudugum rüya tabirlerinden, herhalde ölmeyecegim sonucuna varabilmek icin biraz da, bilincaltindan ve yakinlarda yasanan iki kucuk depremcikten de esinlenerek bir ampul yandi kafamda. Osmanlilarin depreme küçük kıyamet dediklerini okumustum bir yerde. 8 Kasım bana buyuk Istanbul depreminin tarihini veriyor olmasindi? Birkac hafta buna inanarak yasadim, sonra bunu da biraktim bir kenara.

Gel zaman git zaman, bu 8 ay da, hayatin her donemine oldugu gibi, su gibi akip gecti ve zaman çok çok yaklasti. Tahmin edebileceginiz nedenlerden ötürü o gün ise gitmemeye ve evde kalmaya karar verdim. Beni yakından tanıyan birçok insan ve hatta onların tanıdıkları insanlarla birlikte, 8 Kasım gününün doğuşunu merakla beklemeye basladik.

Bugün 11 Kasım. Kıyamet kopmadı. Ben ölmedim. Toplumu ilgilendiren bir büyük olay da olmadi. Deprem de olmadi.

Şimdi evrenin bana neden böyle bir oyun oynadığını düşünüyorum...

20 Şubat 2010 Cumartesi

Çikolata Cadısı

Geçen yılın yaz tatilinde Nice ve Fransız Rivierasını dolaştık. Nice'e indik ve Nice'de kaldık; Nice Fransız Rivierası diye tabir edilen ve Saint Tropez'den baslayip İtalya sınırına doğru Monte Carlo'ya kadar uzanan sahilin başkenti gibi. Nice'de kalırken araba kiralayıp bir baştan bir başa dolaşabiliyor, hatta dağ köylerine bile çıkabiliyorsunuz. Biz de öyle yaptık.

Bu seyahatle ilgili anlatılacak yüzlerce şey var ve ben hepsini sırayla anlatmak istiyorum. Bir yeri, gidip gören birinden dinlemek gibisi yoktur çünkü. Bir gün siz de gideceğiniz zaman, hem benim anlattıklarımdan beğendiklerinizi seçer, hem de kendi Riviera planınızı yaparsiniz.

Nice'in Vieille Ville dedikleri (old town) bölümü daracık sokakların küçük meydancıklara açıldığı bir labirent gibi. Bu labirentin içinde bir kasapla bir sanat galerisini yanyana görmek mümkün. Ama mutlaka her binanın altında, ya denemeden geçmek istemeyeceğiniz bir küçük restoran, ya bir tahta oyuncakçı, birkitapçı, birşapkacı ya da sıklıkla önünüze geleceği gibi bir dondurmacı var. Çikolatacı, şekerci, dondurmacı Nice'de insanın aklını başından alıp 'bir ay kalırsam bu iş 100 kiloda biter ' dedirtecek kadar çok ve muhteşem.

Ben bugün size L'Art Gourmand'i anlatacağım.
Kapıdan girince bunun olsa olsa bir cadının işi olduğunu anlamıştım zaten ve büyülenmiş bir şekilde, resimlerde gördüğünüz şekerlerin, çikolataların, bisküvilerin önünden geçerken, tezgahın arkasında, insanlarla hiç ilgilenmiyormus gibi duran cadıyı gördüm. Kısa kızıl saçları, uzun bir burnu vardı (evet, cadı olduğunu saklayamıyordu) ve belli ki az önce bütün bu inanılmaz şeyleri mutfağında yapıp bitirmiş ve çıkmıştı.

Yaptığı çikolatalardan bir kez yedikten sonra her gün her akşam ayaklarımızın bizi L'Art Gourmand'a getirmesini ve her seferinde 'bunları artık yemiycez, eve götürücez' dediğimiz halde, sonunda dayanamayıp yediğimizi ve yatağımıza uzanıp mutlulukla midemizi ovuşturduğumuzu hatırlayıp gülümsüyorum :)

Google'da aratırsanız, sitesi falan yok. Neden? Çünkü o büyülü çikolataları yaptığını sadece oraya gelenlerin görmesini, yemesini ve anlatmasını istiyor çikolata cadısı :)













18 Şubat 2010 Perşembe

Yumurta




Bugun browni yaparken birsey farkettim. Kendimde bir turlu anlayamadigim birseyi.. neden yumurtalara karsi bu kadar nazigim..

Yumurta pisirecegim ya da keke browniye yumurta kirmam gerektiginde yumurtalara kararli bir sekilde yaklasamiyorum. Once bir yere vurup yumurtayi catlatirsiniz ya, iste o vurma ani benim icin olmasi gerektigi sertlikte ya da kararlilikta olmuyor hic! Yumurtalara karsi tuhaf bir cekingenligim var.. Olmasi gerektigi gibi yapmadigim icin de sonuc kotu oluyor elbette; dogru duzgun catlamamis yumurtayi ikiye ayirip da dusmesi gereken yere dusuremiyorum. Ya kabuklar da dusuyor yumurtayla birlikte ya da bir kismi yumurtanin icinde kaliyor..

Yumurtalarin karsisinda cesaretim neden bu kadar az ?

Cok kirilgan olduklari icin galiba. Bunu bildigim icin onlara sert davranamiyorum.

13 Şubat 2010 Cumartesi

Tuvalet Koleksiyonum


Aklimin icinde bir tuvalet koleksiyonu var.

Gittigim butun kafe ve restoranlarda tuvalete gitmek benim icin cok eglenceli birseydir. Tuvaletler yeterince ilginçlerse aklimin icindeki tuvalet koleksiyonuna girmeye hak kazanirlar.

Tuvalet koleksiyonumun en nadide parcalarini sizin icin siraliyorum;
Maria'nin Bahcesi; girince insan kendini cok garip hissediyor, arka taraf Maria'nin evi ve sanki onun tuvaletine girmis gibi sasaliyorsunuz.. Aynalarin onu tipki bir kadinin sifonyeri gibi cifit carsisi, karmakarisik; yarisi kullanilmis parfumler, makyaj malzemeleri.. kapida asili bir makyaj cantasi. Duvarlarda Maria'nin kendi elyazisiyla, bir kagida yazip kesip yapistirdigi özlü sözler.. cok ilginctir bu tuvalet cok.. herseyi rahatca karistirabilmek icin bir yemek boyunca 3 kere gidesiniz gelir :)

Limonlu Bahce'nin tuvaleti; icinde bir agac olan tuvalet :) kapiyi acarken neredeyse agaca carpiyor kapi, giriyorsunuz ve bir elinizi agaca koyarak oturabiliyorsunuz.. garip bir duygu.. :)

Arka Bahce'nin tuvaleti; iceride insandan daha buyuk bir, heykel mi desem ne desem, dev bir insan figürü var.. İstisnasiz, tuvalete her giriste bir ciglik atiyorsunuz, hatta ayni aksam iki kere giderseniz iki kere ciglik :)

Bunlarin disinda, en cok dikkat ettigim sey kadin-erkek tuvaletlerini ayristirma isaretleri. Buralar da restoranlarin yaraticiligini en cok gosterdikleri noktalar bence. Joke Perestroyka'nin kadin tuvaletlerinin kapisinda memeler, erkek tuvaletinin kapisinda da sünnetci ilani vardi :) Ayrica tuvalette dergi bulunduran gordugum tek yer de orasiydi :)

Koleksiyonuma katmami onereceginiz tuvaletler varsa, merakla bekliyorum :)

Uçan Kadın


Durup dururken de aşkla ilgili yazabilirdim ama Türk'üm ya, günlerin anlam ve önemi aklima giriyor illa ki :))

İşte Sevgililer Günü yazisi bu; Göksel'in şarkısı.. İnsanin dinlerken yerinde duramayip hoplayip ziplayasini getiren şepşeker şarkı. Eski Türk filmlerinde aşıkların kavuştuğu sahnelerde çalardı, hatırlarsınız. Hepinizden rica ediyorum, indirin, dinleyin ve o hafif pembe melteme birakin kendinizi.. aşık mısınız degil misiniz falan unutun, aşk diye birşeyin dunyada varolmasi bile bu şarkıyı dinleyip o pembe mutluluk bulutuna puff diye girmeye değer.. :))

(Yukaridaki tatli Marc Chagall resim alti yazimiz da; "aşk bir kadina ne yapar" olsun ve aşık olduğu kadını uçuran bütün erkeklere gitsin :)

Benden sorsan ummanlardır derdim
Hani gözlerin var ya
Bülbülleri susturup dinlerdim
Tatlı sözlerin var ya

Katmer katmer gül açar gönlümde
Hani gülüşün var ya
Daha mutlu olamam ömrümde
Beni öpüşün var ya

Senden başka, senden başka
Gözüm görmez hiç kimseyi
Senden başka, senden başka
Duyamam ben hiç kimseyi

Senden başka, senden başka
Sevemem ben hiç kimseyi
Senden başka, senden başka
Olamam senden başkasıyla

Dizlerim titrer sen görününce
Hani o gelişin var ya
Aklımdan çıkmaz bütün ömrümce
O çapkın gülüşün var ya

Bir ilkbahar yağmuruydu sanki
Ardından güneş doğar ya
Yaktı bir ateş gibi inan ki
O kor dudakların var ya

Senden başka, senden başka
Gözüm görmez hiç kimseyi
Senden başka, senden başka
Duyamam ben hiç kimseyi

Senden başka, senden başka
Sevemem ben hiç kimseyi
Senden başka, senden başka
Olamam senden başkasıyla