6 Eylül 2009 Pazar

Ağaç



Ağaçlar üzerine düşündüm biraz. Birden bir şey olsaydı ve ağaçlar dünyadan yok olsaydı diye düşündüm. Diğer bitkiler, çalılar, çiçekler onların yerini doldurabilir mi diye düşündüm. Dolduramayacağına karar verdim. Ağaca yaslanırsın, altında gölgede durursun, kocamandır, kocaman yaprakları vardır, kökleri vardır.. Ne kadar önemli şeyi ağaçlar simgeler. Ağaçlar sanki çocukken mi daha önemliydi? Büyüdükçe sanki yok sayıyor insan onları, ordalar ve hep varlar.. Ben düşündükçe annanneler, dedeler gibi olduklarini fark ettim. Giderek anneler ve babalar.. 35'ini geçmeye başlayanlar şimdilerde yaşıyoruz ve şaşırıyoruz, annelerimiz babalarimiz yaşlanmaya, annanelerimizi ve dedelerimizi hatırladığımız gibi olmaya başladılar.

Arabadan inince başımı kaldırıp kocaman ağaca baktım, yaprakları kızarmış, kahverengiye dönmüş, sonbahar da geldi zaten.. Baktım baktım, arkasında mavi gökyüzü, kırmızı yapraklar, kocaman ağaç o kadar güzeldi ki.. O da baktı sonra, yoldan geçen diğer insanlar da nereye baktığımızı merak edip onlar da ağaca baktılar.

Yemeğimizi yiyip geri döndüğümüzde camin üstünde kocaman bir kırmızı yaprak vardi, ağacın hediyesi olduğunu hemen anladım :)


21 Temmuz 2009 Salı

Bugün beni arı soktu!


Bu yasima geldim, ari sokmamisti beni. İnanilmaz bir aci, dakikalarca bagira bagira agladim, o kadar canim yaniyordu ki, aglamami durduramadim.. Yalniz degildim neyse ki; Utku igneyi cikartip parmagimdaki yüzügü bastirdi üstüne, öyle yapilirmiş, metal birseyle bastirilirmiş.. Caner de eczaneye koşup ilac aldi. Üzerinden saatler gecmis olmasina ragmen elim hala aciyor.

Ama bir yandan aglarken, bir yandan da aklimdan "yasasin sonunda beni de ari soktu" diye geciyordu :) deneyim aci da olsa, özenirsiniz ya bazen basiniza gelmemis seylerin gelmesine.. Artik ben de biliyorum ari sokmasinin nasil birsey oldugunu.. Bir yerde konusulursa ben de anlatabilecegim ne kadar acidigini :)

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Güneş Kremi

İki tane güneş kremim var - biri 10 faktör korumali, digeri 50. 50yi sevmemeye basladim son günlerde.. 10lugun kapagini acip icine bolca, bolca 50 faktörden püskürttüm. Çalkaladım. Şimdi soruyorum size, artik elimde 30 faktör korumali bir günes kremim mi var??

11 Temmuz 2009 Cumartesi

Alya







Kendisine bugun Beyaz Fırın'da kahvalti ederken rastladik. Insan hem 4 yasinda hem nasil bu kadar eğlenceli olabilir :) Önce küçük küçük yaklaştı yanımıza. Kedilerden filan bahsederek, elinde yarısı yenmiş dondurma külahıyla. Sonra durmak bilmedi. Hikayeler anlatmaya başladı, mayosu düşüp komik duruma düşen kadınların hikayeleri, nefes almadan konusuyordu, bakti ki bu hikayeler kizlarin birbirine anlatmasi gereken hikayeler, sesini alçaltıp annemle bana 'yaklaşin' dedi, yaklaştık ve fısır fısır anlattı hikayelerini. Sonra bakti ki muhabbet güzel, 'benim de bir sandalyem olsa ya' dedi, gitti yan masadan bir sandalye çekti, bizim masamiza oturdu :) daha 4 yasinda...

Çiçekli elbisesi, pembe bir saç bandı takılı küt saçları, eflatun crocs'lari ve durmak bilmeyen konusmasiyla allahim dinlenmeyecek gibi degildi ki. Gitti bir tane kalp şeker aldirdi yan masada oturan annesine.. gözüme kalem cektigimi görünce bu sefer makyaj hakkinda konusmaya basladi; ruj, allik, kalem herseye hakim.. anneme neden ruj sürmedigini sordu, annem de limonata ictigini, silinecegini bildigi icin sürmedigini söyledi ve sonra uzun uzun allik sürmekten konustular :)) birden arka masadaki yaşlı teyzeye takıldı gözü, gülerek 'teyze pembe ruj sürmüş' dedi, dönüp baktim, hakliydi, olmamisti :)

Yüzündeki simlerin nedenini sordum, meger sabah dans gösterisi varmiş, oradan gelmişler, 'bize de yapar misin gösterini' dedik, 'yaparim ama bir sartla' dedi. Gülmek, gaste okumak, hic de güzel dansetmiyorsun, senden daha güzel dansedenler gördük demek yokmuş!!!! :))) noktalama isaretleri kifayetsiz kaliyor Alya Hanim'i anlatmak icin :) Tabi ki yok, lütfen danset dedik.. Elindeki kalpli şekeri güvenip bana vermedi, annesine emanet etti 'sakin yeme' diyerek, ardindan da basladi gösterisine.. Beyaz Fırın'ın bahçesinde, sagindan solundan garsonlar ve insanlar gecerken, kimseye aldırmadan, o minicik haliyle dans gösterisini yapisindaki kendine guveni görmeliydiniz :)) yapip bitirdi ve biz coşkuyla alkışladık... annem dedi ki 'cok yoruldun Alyacim, biraz dinlen istersen', 'tamam biraz oturiyim, sonra tekrar dans edicem' dedi. o sirada sarman bir kedi cikti ortaya, sabahtan beri kedilerle ugrasiyordu zaten, 'sari kedilere ne denir biliyor musun' dedim, 'ne denir' dedi, 'sarman' dedim, 'cok guzelmis' dedi :) onun da cok yakinda iki hayvani olacakmis, bir civciv, sonra bir de bir kopek yavrulayacakmis, onun yavrularindan birini alacaklarmis.

Sonra ''yorgunlugunun bittigini'' ilan edip tekrar sahneye cikti - 'baleden anlamazsiniz di mi?' dedi bize, biraz rencide olduk :) 'anlariz tabi ki' dedik, 'o zaman once dans ediyim, sonra bale yapiyim, ondan sonra yine dinleniyim' dedi.. ben de resimlerini cektim, bayildi, bir suru degisik poz verdi, 13 yasinda bir ablasi varmis meger :) bir eli havada, dudaklariyla opucuk verirken, eli belinde suh pozlar.. ama hicbiri dümdüz durdugu resmi kadar guzel olmadi..

Arabamda aylardir dolastirdigim bir Minişim vardi, cok begenen olmuştu, kimseye vermemiştim, buraya kadarmiş. Kimse onu Alya kadar hak edemezdi, gittim arabadan onu getirip Alya'ya verdim :)

Alya, bugun hayatimiza bulastigin icin cok sansliyiz... Annen olsam Alya blogu yapmak zorunda kalirdim :)

28 Haziran 2009 Pazar

Tembellik Hakkı

Evde oturup huzur icinde kitap okuyabilmek icin insanin kendisiyle zihni bir mücadele vermesi gerekiyor. Dışarı çıkma, sosyalleşme, yeni mekanlara gitme, velhasılı evde oturmama zorunluluğunu dayatıyorlar dört bir yandan insana. Tembellik hakkımı istiyorum ben. Dün bir kitap aldım, Jose Saramago'nun kitaplarını evirir çevirir almazdım, dün aldım bir tane, Filin Yolculuğu. Böyle yazılmış bir kitap okumamıştım hiç, eğlene eğlene onu okuyacağım. Boynum da ağrıyor zaten. Tembellik hakkımı kullanacağım bugün. O kadar ki bu yazıya resim bile bulmayacağım.

22 Mayıs 2009 Cuma

Kuş Konseri



Gecenlerde bir gün, fırsat bulup da kullanamadigim ve kullanmazsam yanacak izin günlerimden birinde Bebek'te yürüyordum. Kaldırımda bir adamla bir kadın durmuş, ellerinde dondurmaları, yukarıya bir yere bakıyorlardı. Yaklaştım, baktıkları yere baktım. Bir tane kuş, güzel ötebilenlerden bir küçük kuş konser veriyordu.. İnanmiyorsunuz ama gerçekten konser veriyordu. Binanın bir çıkıntısına konmuş, başını bir o yana bir bu yana çevirerek şarkı söylüyor, adamla kadın da aşağıda onu dinliyorlardı. Ben de dinledim. Dinlerken de düşündüm; demek ki sen sanatını icra edeceksin, dinleyen birileri mutlaka bulunur.

26 Nisan 2009 Pazar

The Ten Commandments



Mom is a difficult woman. She was and still is. To be grown up by a woman with principles on almost anything made me weary. Made and still makes.

You can't sleep with anything you wore during the day. You can't eat anything in bed. You can't leave the breakfast table, pick it up. You should dry your hair immediately after bath. and many many more principles.. These only because I will now tell you how happy I feel when I am doing just the opposite of these. And I feel she is watching over me as if we are in a Woody Allen movie.
I come home from work sometimes, very tired. I lie in bed with my office clothes on (though I dont dress very seriously for work, they are still clothes I wear during the day!) I don't change the whole evening and I even sleep with them once in a while. You can not imagine the pleasure I get by doing this...

I eat things in bed anytime I like, crumbs and stuff all over the bed.. I know I'm a dirty girl, but it is like tasting freedom when I eat in bed. Mmmmm....

Every weekend, I like laying out nice breakfast tables for me and my husband. Never ever I pick up the table :) We eat and leave it to the kitchen fairies who will pick it up for us in the afternoon..

and I put a towel around my wet hair after bath and go to sleep like that. I have never caught a cold by doing this...
Thank you mum for these huge pleasures I get from so silly things..

Kuyruk


Kuyrukta beklemekten nefret ederim ben. Bankada, markette, müzede, self-servis kafelerde, sinema gişesinde, hastanede. (Ne kadar cok şey için ve neredeyse her yerde sıra bekliyoruz, evet.) Kuyrukta beklerken yanımdaki insanları utandıracak garip şeyler yaparım. Huysuzlanırım, insanlara islerini nasil daha hızlı yapabileceklerini söylerim, bazen sesimi yükseltirim, baska bir kasa ya da gişe varsa oraya geçsem mi, hangisi daha hızlı ilerler diye hesap yaparım, ya da yanımdaki insanı oraya yollarım ki bize daha çabuk sıra gelme şansını iki katına çıkaralım. Benimle birlikte sırada beklemek sabır sınayıcı birşeydir, neyse ki D. biraz ermiştir, belki de kısmen bu yüzden :)

Hele yurtdışında. Turkiye'de bu yaptiklarim bir yere kadar hosgoruyle karsilaniyor ama yurtdisinda bana deli gozuyle bakiliyor. Bu yaptiklarimla oyle garip duruyorum ki orada, bazen polis cagirabileceklerinden endise diyorum. Bunu yillar icinde dikkatle gozlemledim; burada sira beklemek Dogulu olmaya ozgu bir kadercilikle yapiliyor adeta, elinizden baska birsey gelmedigi için sirada bekliyor gibisiniz. Orada, Batida, kuyrukta beklemek eglenceli, cool birsey gibi, bunu oyle sakin bir huzur ve barisiklikla yapiyorlar ki, onlara bakinca kuyruk olsa da onlarla girip beklesem dersiniz... Sira onlara gelene kadar hiçbirşeye müdahale etmiyor, ne kadar aptalca görünürse görünsün, önlerinde olup bitenin yoluna girmesini bekliyorlar. Sıra onlara geldiğinde de hiç sinirli olmuyorlar, gülümseyerek işlerini halledip gidiyorlar.. O bekleyişteki medeniyet, normallik.. En uzun kuyrukta bile. Peki ya ben?

Kuyrukta beklemenin okulda öğretilmesi gereken birsey olduguna inaniyorum. Ya da acaba 'kuyrukta iyi bekleyebilmek' genetik birsey midir?
Ben de diger insanlar gibi huzur icinde kuyrukta sıramı beklemek istiyorum :(